Tansa Mermerci Ekşioğlu Bölüm 2

SOHBET

Tansa Mermerci Ekşioğlu 2.Bölüm

Tansa, biraz bu evden de bahsetmek istiyorum. Hepimizin hayatında çok özel anıları olan bir ev. Ben tam şu köşede babamın briç masasının olduğunu hatırlıyorum. Babam ve arkadaşları briç oynarken ben içeri girip “baba nasıl gidiyor briç” diye sorduğumda, babamın “Derinciğim, otur izle bizi, bu çok güzel bir akıl oyunudur. İleride, Alzheimer gibi hastalıklara yakalanmanı engeller, beyin jimnastiğidir” cevabını anımsıyorum. Ya da başka bir zaman da burayı, Bayan Stella’dan aldığım korkunç testleri çözmek için ter döktüğüm, corner olarak hatırlıyorum. Biz de yıllar sonra seninle böyle bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Bu evde çok güzel anılarımız oldu, çok güldük…

Çok da ağladık…

Çok da ağladık… Bizim aile hayatımızla ilgili en basic anlatabileceğin neler var?

Neler yok ki…

Çok genel oldu ama şöyle başlayayım: Okul hayatımda Tansa bana her zaman öğretmenlik yaptı. Hatta hatırlıyorum, sen bana günlerce tarih dersi çalıştırırdın.

Evden gelecek olursak… Bu aile evimiz… Sanırım biz bu evi 94’te bıraktık. Bir daha hiç gelmemek üzere bıraktık. Hem çok pozitif anılarımız oldu, hem çok üzücü anılarımız oldu. Anneannemizi kaybettik, babamızı kaybettik. Dolayısıyla, bir daha açmamak üzere terk ettik. Sonra, Yosun’un düğünüyle bu evi tekrar açtık. Daha sonra Sinan’ın doğumuyla ben buraya taşındım. O günden beri yani 9 senedir bu evde yaşıyorum. Tabii ki çok güzel, İstanbul içinde ama İstanbul dışında bir hayat içindesin. Sanatımı da sergileyebileceğim dünya kadar mekanı olan güzel bir evde yaşıyorum. Çok şanslıyım bu bakımdan. Aile için de sana söyleyebileceğim en güzel anı, bizim bağlılığımız olur. Biz dördümüz bir araya geldiğimizde en kıymetli zamanları geçiriyoruz, vakit çok hızlı geçiyor. Ben bu yaşıma geldim, sen bu yaşına geldin ve çok haklısın… Senin büyüdüğün esnada babamızı kaybettiğimizden dolayı ben sana biraz daha fazla analık ve babalık etmek durumunda kaldım. Ama onun öncesinde de iyi bir öğrenci olduğum için, demek ki seni de çalıştırma hissiyatım doğdu ve hatırladığım bazı şeyler var. Mesela senin çok detaycı olman, her zamanki halin, büyüdün yine öyle oldun. Yok efendim, kaç süvari kimle savaşa girmiş, yok efendim kaç atlı gelmiş, yok bilmem ne… Ya Derinciğim, bu iş kim kimle savaşa girmiş, hangisi kazanmış, sözleşme neymiş bu kadar basit diye anlatırken, sen inatla bana her seferinde sorardın.

Sorardım hatırlıyorum.

Ama 350 bin askerle girmişiz, ama 450 binle girmişiz… Bunları tabii hep hoş anılar olarak hatırlıyorum. Biz hep mutlu olduk bu evde. Keşke eski düzende olsak, keşke aileler hep birlikte yaşıyor olsa, keşke çok yakınlarda yaşıyor olsak…

Mesela bu evle ilgili benim kafamda şöyle anılar çok net… Ben bugün bahçeye çıktığımda ellerimi açıp şükrederken, hayatım gözümün önünden geçiyor. Sen, Yosun, o zamanki arkadaş gruplarımız, benim bir şekilde sizin yanınızda büyümem… Bu ev hakikaten çok özel, acı anılar olsa da çok güzel anılarla dolu bir ev.

Biraz da komikliklerden bahsetmek istiyorum. Kişisel detayları insanlar merak ediyor. Biz nasıl bir aileydik? Benim söyleyebileceğim çok şey var ama bir de senden duyalım istiyorum.

Valla seni bilmiyorum ama biz senden önce çok disiplinli bir aileydik (gülüyor). Dalgası bir tarafa, mütevazı olmak bize bir hayat dersi olarak verildi. “Bil söyleme” “varını yoğunu gösterme” tavsiyeleri… Bir yerde sen de takdir edersin ki babam 1929’luydu. Bu insanlar savaşı görmüş insanlar, İkinci Dünya Savaşı’nı… Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda doğmuş, İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık etmiş, varlık içinde yokluk yaşamış, dolayısıyla mazbut. Yani aslında “cevher” derdi. “Yüzde yüz cevher sıfır sansasyon…” Ben de bunu hiç unutmam. Dolayısıyla, çok ulvi, çok büyük, saygı duyulması icap edilen baba gelir eve. Babayla birlikte yemeğe oturulur, yemekten kalkılır, babayla birlikte televizyon seyredilir. Annem de babamdan genç olduğu için onun çocuğu gibiydi. Tabii anneyle çok şey paylaşılır, çok şey yapılır ve sırdaştır ama bir taraftan da babadan izin alınılacaksa hep birlikte kafa kafaya verilir ve nasıl izin alınılacağına karar verilir gibi bir durum söz konusuydu. Dolayısıyla babamdan önce ve babamdan sonra diye ayırmak lazım. Ve tabii sen geldikten sonra ve onun hayatının çok daha geç bir döneminde geldikten sonra, babam “çocuk nedir” ya da “çocuğunun olması ne demektir” kavramlarını seninle daha çok yaşadı bence. Çünkü senin bir dediğini iki etmezdi. Açıkçası senin için oyuncaklar alınacaksa yurt dışında onlara bakılırdı, zaman da gelişmişti o zamanlar. Bizde Barbie bebek yokken, senin yirmi tane Barbie bebeğin olurdu.

Sen bu konuyu evet çok söylüyorsun. “Senden önce senden sonra” diye onu da bir anlatırsan…

Yedi sene aramız var, az değil. Yani 74 ve 81’den bahsediyorum, Türkiye konjüktörüne baktığında iki tane büyük olay yaşanmış. Bir Kıbrıs Harekatı, bir tane darbe geçiriyor ülke. Daha sonra sen geliyorsun dünyaya. Sadece aile içinde değil, içinde bulunduğumuz ortamdan, ekonomiden de bahsetmek lazım. Yani hayat çok kolay değilken bir anda, kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçtik gibi… Yani milattan önce, milattan sonra… Türkiye’nin milattan öncesi, milattan sonrası, senin ve benim büyüdüğümüz dönemlere denk geliyor aslında.

Hatta bana dedi ki “yurtdışında okuyacaksın.” Yani hakikaten Stanford mezunu olan bir insan olarak 1949’da… Robert Koleji o senelerde, 47’de zannediyorum, Bachelor of Arts veriyor, o Bachelor of Science mezunu Robert Kolej’den. Oradan çıkıyor, Stanford’da kabul oluyor. Gemilerle günlerce gidiyor. 47’de giriyor 49’da Master of Science’ını yaparak mezun oluyor.

Elektronik mühendisi olarak…

Amerika’da kalmak istiyor. Amerika’da kalmak istemeyen ailesi tekrar onu gemilerle aylarca seyahat ederek, onu oradan çıkartıp tekrar Türkiye’ye döndürüyor. Böyle bir dönemle bugünkü dönem arasında ne kadar büyük bir fark varsa, bizim çocuklarımızla bizim yaşadığımız dönem arasında ne kadar büyük fark varsa, aslında seninle benim yaşadığım dönem arasında da bir o kadar fark var. Yani onu demek istedim. Yedi sene belki küçük ama, yedi sene Türkiye konjüktöründe baktığında çok büyük. Türkiye için çok büyük gelişmelerin, çok büyük açılımların olduğu bir dönemden bahsediyorum. Dolayısıyla, babam da o şekle şemale geldi ve beni büyütürken biliyorsun İngilizce konuşarak büyüttü, keza Yosun’u da… Sonrasında da hep Amerika’da okuyacaksınız dedi, nitekim hepimiz de Amerika’da okuduk.

Aynen, peki beni büyütürken nasıl büyüttü?

Sen onun prensesi şeklinde büyüdün. Bu konuda hiç gocunmam yok ama seninle daha çok vakit geçirdi, biz daha korkardık.

Beni her gün işe götürdüğünü hatırlıyorum mesela ben.

Beni de işe götürürdü ama farklı (gülüyor). Yani sen “babişko” diyebilmiş bir insansın, biz babişko diyemedik, böyle bir şey yok.

Acaba Sabri Kaptan’ın” erken doğdu-erkek doğdu” karmaşası yüzünden babamın bana bakışı bir erkek çocuk, bir oğlum oldu gibi olabilir mi acaba?

Hayır ben ona inanmıyorum. Bence babalar, çocuklarının farkındalığına belli bir yaştan sonra eriyorlar. Babam normalde geç evlenmiş bir adam belki de hazır değildi. Ben eşimden de biliyorum, normalde iki aylıkken bebek daha konuşmuyor anlamıyorsun ama, iletişim kurmaya başladığında “çocuğum varmış” falan oluyorsun.

Onun gibi, babam da aslında seninle, çocukluğu, ya da çocukluğuna dönmeyi veya çocuğuyla nasıl vakit geçireceğini anladı. Biz çok daha farklı büyüdük. Biz Mühürdar’da yaşıyorduk. Ben doğdum zaten yazları Baltalimanı’nda, kışları Mühürdar’da, babaanne, amcalar, kuzenler… Yani babamla sohbetimiz “7×7 kaç” diye başlardı. Yani “Yunus 8×8, Tansa 7×7…” Üçüncü sınıfta “A+B=13 kızım, B 5 ise, A nedir” falan diye sorardı, biz odaya korkarak girerdik, baba bir şey soracak, kesin bir matematik sorusu geliyor diye.

Ama algebra olayı babamın hayatında bende de çok vardı. Mesela bana Barbie bebek karşılığı algebra öğretirdi, çok iyi hatırlıyorum. “Bu denklemi yaparsan bir Barbie alacaksın, bunu yaparsan bir Barbie evi alacağım sana” diye…

Mesela bir de Sivas’ta bir tanıdığının Sivas kangalları açıkta kaldığı için Sivas’a gidip Sivas kangalları getirdiğimizi hatırlıyorum bu eve… Sultan evladım baya da yaşamıştı… Ya da çok beğendiğim bir peluşu Atina’dan bulduğunu… Enteresan bir adamdı esasen yani disiplini hep verdi ama, herhalde bir yerde bir bana kıyak geçmiş (gülüyor).

Biz de algebra sorusunun sonunda Barbie evi söz verilmedi hiçbir zaman (gülüyor). Biz böyle “aa bilemedin hadi bakalım odana” şeklindeydik.

Dönüp dolaşıp hep aynı şeye geliyorum ama, acaba üçüncü çocuğun erkek olmasını hep çok beklemesi ve Sabri Kaptan’ın “erken doğdu” demesini şivesinden dolayı “erkek doğdu” gibi anlaması… Babam acaba beni algısında erkek çocuk olarak mı belirledi gibi kafamda hep bir soru vardır.

Valla ne olduysa oldu ama çok iyi oldu. Çünkü onun sayesinde, onun verdiği değerlerle, annemin verdiği değerlerle, bence çok da iyi bir şey oldu.

Valla Tansacığım bu sohbete doyum olmaz. Seninle nice sohbetler yapmayı, ilk önce ben, sonra benim bütün DM ekibim aynı şekilde istiyor. Seninle yaptığımız veya senin aracı olduğun her sohbetten sonra bana dönüşleri şu şekilde oluyor: “N’olur Tansa Hanım’la daha çok konuşalım ya da Tansa Hanım bize daha çok söyleşi yapabileceğimiz sanatçı getirsin.”

Her zaman keyifle…

Çok teşekkürler.

Ben teşekkür ediyorum.